29 Ekim 2012 Pazartesi

Ballon d'Or




Ballon d'Or için son 23 aday açıklandı

Sergio Agüero (ARJ/Manchester City)
Mario Balotelli (İTA/Manchester City)
Karim Benzema (FRA/Real Madrid)
Gianluigi Buffon (İTA/Juventus)
Sergio Busquets (İSP/FC Barcelona)
Iker Casillas (İSP/Real Madrid)
Didier Drogba (CIV/Chelsea, Shanghai Shenhua)
Radamel Falcao (KOL/Atletico Madrid)
Zlatan Ibrahimovic (İSV/Milan AC, Paris-SG)
Andrés Iniesta (İSP/FC Barcelona)
Lionel Messi (ARJ/FC Barcelona)
Manuel Neuer (ALM/Bayern Münih)
Neymar (BRA/Santos)
Mesut Özil (ALM/Real Madrid)
Gerard Piqué (İSP/FC Barcelona)
Andrea Pirlo (İTA/Juventus)
Sergio Ramos (İSP/Real Madrid)
Cristiano Ronaldo (POR/Real Madrid)
Wayne Rooney (İNG/Manchester United)
Yaya Toure (CIV/Manchester City)
Robin van Persie (HOL/Arsenal, Manchester United)
Xabi Alonso (İSP/Real Madrid)
Xavi Hernandez (İSP/FC Barcelona)

27 Ekim 2012 Cumartesi

301 Gol


Lionel Messi'yi durdurmak mümkün değil. Henüz 25 yaşında olmasına rağmen kariyerinde 301 gol attı. Dün oynanan rayo vallecano maçı ile La Liga'da bir senede 44 gol atarak; 2011'de 43 gol atan Cristiano Ronaldo'nun rekorunu kırmış oldu. 


19 Ekim 2012 Cuma

"Bu ismi bir kenara yazın: Wayne Rooney."



Wayne Rooney profesyonel futbol kariyerinde 10. yılını geride bıraktı. Bu 10 yıllık serüvende  tam 182 gol atmayı başardı. Rooney, Premier Lig'de ki ilk golünü 17 yaşına girmeden sadece 5 gün önce Arsenal'e atmıştı. Attığı bu golle o dönem Premier Lig'in en genç gol atan oyuncusu ünvanını eline geçirmişti. Arsenal'e attığı gol sonrasın da spiker Clive Tyldesley'in dudaklarından şu sözler dökülmüştü; "Bu ismi bir kenara yazın: Wayne Rooney..."


13 Ekim 2012 Cumartesi

Chuba Akpom




Arsenal geçtiğimiz günlerde 17 yaşındaki Chuba Akpom ile profesyonel kontrat imzaladığı duyurdu. Arsenal 21 Yaş Altı takımında forvet pozisyonunda oynayan ingiliz oyuncu şu ana kadar çıktığı 3 maçta 2 gole imzasını attı.

Chuba Akpom'u biraz yakından tanıyalım..



11 Ekim 2012 Perşembe

İspanya




Geçtiğimiz günlerde İspanya milli takımının Fransa ve Belarus maçları öncesi 23 kişilik aday kadrosu açıklandı. İspanya kadro derinliği açısından en şanslı takım kuşkusuz. Del Bosque'nin bu şansı, bazı oyuncular için moral bozucu olabiliyor. İspanya'da ki bu Kaliteli ve yıldız oyuncu bolluğu yeri geldiğinde formda oyunculuların bile kadroya girememesine sebep oldu. Bunların başında Juan Mata geliyor. Chelsea formasıyla çıktığı 10 maçta 4 gol, 6 asistle oynayan Mata, Del Bosque'nin gözüne giremedi. Del Bousqe Mata hakkında; "Onun bölgesinde oynayabilen çok yetenekli oyuncularımız var. Bu bence yeteri kadar önemli bir neden ve ben başka bir neden düşünemiyorum. Mata kaliteli bir oyuncu ve Premier Lig mücadelesinde de gayet başarılı bir performans gösteriyor." ifadelerini kullandı. Geçen sezon Malaga'nın şampiyonlar ligine katılmasında büyük katkısı olan  Cazorla,bu sezon başı transfer oluğu  Arsenal'de harikalar yaratıyor. Ama bölgesinde Xavi, Fabregas gibi yıldızların oynaması onun ilk 11'de az forma şansı bulmasına neden oluyor. Arsenal takımının bir diğer formda ismi Mikel Arteta'nın kaderi ise çok daha ilginç. İspanya alt yaş gruplarının hemen hemen hepsinde forma giyen Arteta, buna karşılık İspanya milli takımının formasını hiç giyemedi. Bütün bunları söyledikten sonra Del Bosque'nin şanslı mı ya da şanssız mı olduğuna karar vermek çok güç..




Kadroya baktığımızda yeni isimler göze çarpıyor. Benat Etxebarria, Ignacio Monreal, Javi Martinez gibi isimler var. Kadroda yer almayan diğer oyuncular ise Barcelona Kaptanı Carles Puyol, sakatlığı devam eden Gerard Pique. Del Bosque Pique'nin yokluğunu, asıl mevkisi orta saha olan Javi Martinez'i stopere çekerek doldurabilir. Son olarak David Villa'nın iyileştiğini milli takıma tekrar döndüğünü söyleyelim.



İspanya Kadrosu 

Oyuncu AdıKulübü
Kaleciler:
Iker CasillasReal Madrid
Victor ValdesBarcelona
Jose Manuel ReinaLiverpool
Defans:
Raul AlbiolReal Madrid
Sergio RamosReal Madrid
JuanfranAtletico Madrid
Alvaro ArbeloaReal Madrid
Ignacio MonrealMalaga
Jordi AlbaBarcelona
Orta Saha:
Sergio BusquetsBarcelona
Xabi AlonsoReal Madrid
Cesc FabregasBarcelona
Andres IniestaBarcelona
Xavi HernandezBarcelona
Benat EtxebarriaReal Betis
Javi MartinezBayern Münih
Santi CazorlaArsenal
David SilvaManchester City
Hücum:
PedroBarcelona
Jesus NavasSevilla
Roberto SoldadoValencia
David VillaBarcelona
Fernando TorresChelsea




10 Ekim 2012 Çarşamba

Totti & Del Piero



Sabahattin Bey ve Pep Guardiola


Lokantası hep doludur Sabahattin Bey’in. Balık satar İstanbul’un deniz görmeyen eski bir semtinde. Bir lord kadar şıktır, İtalyan papuçları, kruvaze ceketleri, beyaz pantolonu ve kimi zaman ipek fuları... Kapıda yakalamadıysa mutlaka masada bulur sizi ve selamını eksiz etmez ilk kez ayak bassanız bile dükkanına. İşini sever, dürüsttür, “deniz levreği” diyorsa o deniz levreğidir, sosa bulamaz mezelerini, sadede lezzzeti bulmuştur. Patrondur ama bir bakarsanız salatayı getirmiş, boşalan kadehi doldurmuş ve hatta kül tablasını değiştirmiş. Hafif mahcubiyet bile uyandırır müşterisinde bunlar... Sabah gün doğmadan gidip balığı halden seçer ya da oltacısı gelir bırakır, mutfağa girecek malzemesini özenle satın alır ve yıllardır değişmez... Hikayesi olan adamdır Sabahattin Bey.“Ben de yapabilirim” diyebilirsiniz, diyorlar zaten... Ne dükkanlar açılıyor ve ne işletmeler batıyor bu şehirde: “Ben de doldururum dükkanı, ben de kurarım bu düzeni.." 


 

Sabahattin Bey’i, “Balıkçı Sabahattin” yapan neyse, Guardiola’yı da “Guardiola’lı Barcelona” yapan odur işte... “Barcelona’yı ben de çalıştırırım, benim de elimde Xavi-İniesta-Messi olsa ben de kazanırım...” Sabahattin Bey, dükkanı sana bıraksa üçüncü günde kasaya kurulur hesapları sayarsın, Guardiola da sana takımı emanet etse; bir hafta sonra soyunma odasında sesini duyuramazsın. O dükkanı oğluna bırakır; Guardiola da Tito Vilanova’ya... Gelenektir bu, dükkanları eskiten, tarihi müessese yapan... Bizim memlekette 10 yıl önce açılmış köfteci tabelasına “Tarihi” yazdığından idrak etmemiz zordur. Tarih böyle yazılır aslında, bir lokantanın kapısında ya da bir kulübün soyunma odasında... İsimler değişir; zaman yorar, tüketir adamları ama gelenek sürer. Rinus Michels’ten öğrendiklerini Cruyff koyar sahaya... Onun inandığı, mirasını bıraktığı Rijkaard gün gelir alır bayrağı... Sonra dükkanda servis aksayınca devreder Guardiola’ya... Sen ona “Genç teknik adam” dersin, önünü açtılar sanırsın ama o zaten yaşlanmıştır Camp Nou’nun duvarları arasında. Şen kahkahaların yükseldiği, kadehlerin tokuşturulduğu lokantalar kadar mesut ortamlar değildir ama futbol dünyası. Zirveye de çıksan tepede oksijen azalır, kazandığın kupalar bir oksijen maskesi olmaz sana. Dört yılda fotoğraf fotoğraf, çizgi, çizgi çöken Pep Guardiola’nın vedası da bundandır belki de... 

               

O nefes almaya gitti ama onun gibilerinin yolunu açarak... Ya da onun gibi olacaklarına inandıklarını takımlarının başına getiren kulüp başkanlarını terse yatırarak (!) ‘Ne kadar yaşlı, o kadar tecrübeli’den; ‘genç olsun ama Guardiola gibi yolu açık olsun’a dönen son yılların teknik adam tercihinde hadi peki trendinde, oltaya takılanların ağzından iğneyi alalım. Bakalım hangileri istavrit, çinekop hangileri kaya balığı?


Luis Enrique, Guardiola gibi Barcelona’nın alt yapısında çalışmış ama iş A takım hocalığına gelince önce Katalan olmadığı için kaybeden sonra doğru zamanda doğru yerde olamadığı için valizi toplayan bir futbolcu eskisi. Çiçeği burnunda bir teknik adamdı Roma’ya geldiğinde asabi Luis Enrique. Atletico Madrid’in teklifini kabul etmeyen ve Roma gibi kadrosunda “Totti ne isterse o olur” kalibresinde bir kaptana sahip kulübe gelmek pek akıl karı değildi. Roma, Guaridola modelinden etkilenmiş, futbolculuk kariyerinin heybetiyle İspanyol’a güvenmişti. Olmadı... Luis Enrique bu işe soyunan kendisi gibi tecrübesiz isimlerin bunu ilk kendi ülkelerinde başardıklarından haberdar değildi galiba (!) Kendisi gibi Guardiola modeli olan Roma eskisi Montella’dan bayrağı teslim alan Luis Enrique, “İspanyollar, İtalya’da başarılı olamaz” klişesinin altına bir çentik daha attırdı ve evine döndü. Oysa ki o da Guardiola gibi alt yapıdaki oyuncuları en usta şeflerin lokantalarına götürüyor bir ağabey gibi seviliyordu Barcelona’da. Niye acaba? Leonardo, sambacılar arasında Avrupa kariyeriyle en saygı gören isimlerden biriydi. Milan da onun eviydi. 12 yıldır futbolcu, sportif direktör kartvizitiyle çıkmadığı Milanello tesislerinde gün geldi Ancelotti’den boşalan koltuğu oturdu. İtalyan medyası “yok artık” dedi. Kariyerinde takım çalıştırmamış Brezilyalı, sahada ne kadar efsane olursa olsun, Çizme’nin devinin başına nasıl geçerdi? Inter’den yediği 4 golü, Real Madrid’e 3 atarak belki telafi etti ama Manchester United ile eşleşmeden 180 dakika tabelaya 7-2 yazınca, patron Berlusconi bileti kesti. Leonardo, Guardiola olamadı ama Judas oldu! Büyük ümitlerle Inter’e getirilen Rafael Benitez gönderilince devre arasında kovulmanın intikamını, Milan’a ihanet ederek aldı ve şehrin öteki renklerine bağladı kendini. Fakat sadece altı aylığına. İtalya Kupası’nı kazanmasına rağmen, Mourinho artığı takımdan kaçmayı uygun gördü ki soluğu sportif direktör olarak Paris Saint Germain’de aldı. Futbol dünyası küçük... Bir zaman sonra da koltuğuna oturduğu Ancelotti’yi kendi getirip teknik adam yaptı Katar sermayesiyle uçan kulübe. Leonardo da, Guardiola olamadı. Neden acaba? İz bırakmayan bir futbolcunun büyük teknik adam olması, en damardan olanı, Mourinho’nun hikayesi, uzun ve başkadır ama onun öyküsü bizzat Mourinho ile başlar. Andre Villas Boas, Porto’da 17 yaşındayken rakip takımları izleyip analiz videolarını hazırlayan beyindi. Mourinho, Şampiyonlar Ligi’ni ilk kez kazanırken de rakiplerin eksilerini onun raporlarından okudu. “Çocuk”, Chelsea yıllarının ardından Mourinho’dan koptu ve alttan başladı. Academica’da vitrine çıktı ve Porto’nun başına geçip sezon sonunda dünyaya “Benim adım Andre Villas Boas beyler” dedirttiğinde sadece 32 yaşındaydı. Guardiola modelinin en parlak temsilcisi olacak” denilen Boas, doğduğu toprakları çok erken terkedip, entrikalarla tarihi yazılmış Ada’nın yolunu tuttu ve... Chelsea’de takımın ağır ağabeylerine söz geçiremedi, kendi futbolunu oynatamadı ve gönderildi... Bıraktığı takım, bir başka genç teknik adam DiMatteo ile Şampiyonlar Ligi’ni kazanırken; Boas, parlak zekasının kredisinin hatrına, şimdi Tottenham’ın başına geçti. Londra’da bir başka kulüpte olursa ne ala... Olmazsa neden acaba? Ranieri’yi gönderen İnter Başkanı Moratti onu göreve getirdiği ismini kulüpte bile bilmeyen vardı hiç şüphesiz. Andrea Stramaccioni, 25 yaşından beri Roma ve çevresinde alt yapılarda çalışmış ve iki seneden daha bir az zamandır da Inter alt yapısında görev yapan bir teknik adamdı. Leonardo’ya burun kıvıran gazeteler onun için de patırtı kopardı elbette. Guardiola modelini bir de Inter denese fena mı olurdu. Pro Lisansı bile olmayan bu genç teknik adam, Milano derbisinde Milan’ı devirip ezeli rakibinin şampiyonluk yoluna koca bir taş koyunca, Inter taraftarından geçer not aldı ama yeni sezonda işi zor. İhtiyarlar heyetinin olduğu Inter soyunma odasında bu “tüysüz” delikanlı ne kadar dayanabilecek, onun tahminini yapıyorlar şimdi İtalya’da... Leonardo’dan sonra Stramaccioni de olmazsa, neden acaba? Kaya balıklarının en akılda kalanları bunlar. Peki ağızda tat bırakanlar? Genç yaşta çalıştıkları kulüplerin müzelerine yeni raf taktıran tek adam Guardiola değil elbette. Dört ülkede de şampiyonluk gören Jose Mourinho ondan önce yola çıktı ama son dönemde Bayern Münih gibi bir devi iki kaz alt etmeyi başaran B.Dortmund’un futbol aklı Jürgen Kloop, takımın başına geldiğinde 41 yaşındaydı. Onu buraya getiren ise 30’ların başında yönetmeyi başladığı Mainz’dı elbette. Conte orta karar bir takım bile çalıştırmadan küllerinden doğan Juventus ile sezonu namağlup şampiyon tamamladı. Boas ile dikiş tutturamayan Chelsea’nin “geçici” teknik adamı Roberto Di Matteo, Abramovich’in kabusu olan Şampiyonlar Ligi’ni kazanıp takımın başında kalmaya hak kazandı. Liverpool bu sezon Guardiola kadar genç birini tercih etti. Swansea City’de parlayan Brendan Rogers... Roberto Martinez de Wigan’a geldiğinde Guardiola’nın bayrağı teslim aldığı yaşta değildi. İstavrit de olsalar, çinekop da olsalar hiçbiri Guardiola gibi bir lüfer değil... Neden acaba? Belki de her şey değil ama çok şey saha dışındaki yaşanmışlıklar... Biraz hayat bilgisi, biraz felsefe, biraz cesaret, biraz şefkat, biraz disiplin, biraz özgüven, biraz ihanet, biraz aşk, biraz keder, biraz tutku, biraz inat, biraz vefa, biraz müzik (Viva La Vida/Coldplay) biraz şiir, biraz roman...


Josep Guardiola: Neden acaba?

Barcelona altyapısının çalıştığı ve “Mini” olarak bilinen tesislerde 30 yıldır bir taraftar her gün genç oyunculara destek veriyordu. İşi olmayan Cristobal uzun yıllardır Barcelona kulübü idareciler, teknik adam ve futbolcuların yardımıyla hayatını idame ettiriyordu. Guardiola, 25 yıldır tanıdığı bu yaşlı adamı, Camp Nou’da yedikleri yemeklere davet etti. Cristobal artık takımla birlikte yemek yerken, Guardiola futbolcuların “Başkan hayatlar”ı keşfettikleri söylüyordu. Camp Nou’da 2009’da kazanılan Real Madrid maçı sonrasında soyunma odasında sevince Cristobal da ortak oldu. Birkaç saat sonra mutlu bir şekilde hayata veda etti.
Barcelona’ya geldiği günden bu yana sakatlıklar boğuşan Arjantinli stoper Gabi Milito’ya daha kulübe resmen hoca olmadan önce hastanede ziyaret etti ve dibe vurmuş futbolcuya sahip çıktı. Üç saatlik görüşmenin ardından medyanın karşısına geçti ve “Milito’yu sahada görmeyi, kupa kazanmaya tercih ederim” dedi.
Rijkaard’dan boşalan koltuğu oturan Guardiola’yı, Barcelona’da teknik direktörün çalıştığı odada ufak bir televizyon bekliyordu. Göreve geldiği ilk gün Barselona’da kendi cebinden büyük ekran bir televizyon ve kayıt cihazları aldı, kulübün faturayı ödeme teklifini reddetti.
Barcelona’nın sponsoru Audi, teknik direktör ve futbolculara her sezon başında birer otomobil hediye ediyordu. Guardiola otomobili, teknik ekibindeki antrenörlere de verilmediği için kabul etmedi ve “Biz bir ekibiz” dedi.
Barcelona’da takım içi disiplinine uymayan futbolcular takım arkadaşlarına yemek ısmarlıyordu. Guardiola bu geleneği de değiştirdi. Dört galibiyet arka arkaya aldıklarında takımı yemeğe kendi cebinden götürdü ve futbolcuların ödeyeceği para cezalarının Rett sendromuyla savaş veren bir vakıfa bağışlanacağını açıkladı.
2008 Kasım’nda teknik ekibi içinde kaleci antrenörü olarak görev yapan Juan Carlos Unzue’nin babası vefat etti. Barcelona’nın ertesi gün maçı olmasına rağmen Guardiola, kulüp idarecilerine tüm takım ve teknik kadronun Barselona dışındaki cenazeye katılacağını söyledi. Cenazede “Günlük yaşıyoruz. Bugün burada olmamız gerekiyordu. Yarın maça bakarız” dedi.
Şampiyonlar Ligi finalinde Barcelona’nın rakibi Manchester United’dı. Finale bir hafta kala Katalanlar, Roma’ya çıkartma yapmaya hazırlanırken, Guardiola, kulüpte 33 yıl boyunca masörlük yapan Angel Mur’un bileti olmadığını öğrendi. Genç hoca, çocukluğundan beri tanıdığı yaşlı masörü özel davetlisi olarak Roma’ya götürdü.
Roma’da kazanılan Şampiyonlar Ligi kupasının rehavetiyle ligde şampiyonluğu garantileyen Barcelona sezonun son haftasında Deportivo La Coruna deplasmanına gitti. 1-1 biten maçın ardından Guardiola, kafiledeki masörden, malzemeciye, futbolcudan, yöneticiye kadar herkesi sürpriz bir yemeğe götürdü. La Coruna’da rezerve ettiği restoranda masa ıstakoz ve şampanyalarla donatılmıştı.
Kral Kupası’nda 3. Lig ekibi Cultural Leonesa ilk maçı sahasında 2-0 kaybetmiş, Camp Nou’ya ümitsiz gelmişti. Zayıf rakibini 5-0 mağlup eden Barcelona’nın soyunma odasının kapısında dünya yıldızlarından forma almak isteyen Cultural Leonesa’lı futbolcuların beklediği gören Guardiola, soyunma odasının kapısını ardına kadar açtı ve misafir takım oyuncularına “Lütfen girin ve evinizdeymiş gibi rahat olun” dedi.

Pardon, total futbol mu dediniz?.. (4-4-2 // Eylül 2012)


9 Ekim 2012 Salı

Sergio Busquest


Şimdi; "Nereden çıktı bu Sergio Busquest aşkı ?"diye sorabilirisin. Bu adam hakkında bir şeyler yazmadan içim rahat etmeyecekti  açıkçası. Kasıtlı mı yoksa Barcelona'nın verdiği rahatsızlıktan mıdır bilemiyorum ama bariz yeteneklerinin görülmediğini düşünüyorum. Gösterişsiz, düz bir futbol yapısına sahip olması, saha içi tiyatrosunu  biraz olaya katması onu antipatik vasat bir futbolcuymuş gibi gösterebilir. Ama kesinlikle öyle değil..



Sergio Busquest, dünya ve avrupa futbol tarihinin en iyi takımı olan Barcelona'nın temel yapı taşlarından birisi. Gerek top tekniği, gerek pozisyon bilgisi ile dünyanın en iyi  defansif orta sahalarından birisi. Hız olarak çok üst seviyede olmasa da bu açığını zekası ile kapatıyor. Oyunu okuması, soğuk kanlılığı ve özellikle tek pasları muazzam. Üstelik henüz 24 yaşında. Abartıyor olabilirim belki ama şu bir gerçek, Türkiye'de izlenen futbol çok düz olduğu için Busquets denilince akıllara "Düz futbolcu" tanımlaması geliyor..

Varsın Messi gibi herkesi peşine takmasın, varsın tabela yapmasın onu izlemek bana her zaman çok büyük keyif veriyor. 

Pep Guardiola: “Mevkisinde dünyanın en iyisi. Barcelona çok kıymetli bir oyuncuyu kadrosunda bulunduruyor. Taktik anlamda çok güçlü. Barcelona’nın geleceğinde büyük bir yer elde edeceğine eminim. Puyol ve Xavi’nin adımlarını takip ediyor. Sakin ve alçak gönüllü bir insan. Kendisine ters gelen herhangi bir konuyu eleştirme cesaretine de sahip bir isim. Yeniden futbola başlayabilsem, Sergio gibi bir oyuncu olmak isterdim”

Sergio Busquest için hazırlanan " Sergio Busquets - The brilliant " videosu olayı en iyi şekilde özetliyor..


EL CLASİCO


Bir El Clasico'yu daha geride bıraktıkGerilimin yüksek, tansiyonun tavan yaptığı, tartışmaların bol olduğu, kırmızı kartların havada uçuştuğu hatta göze parmak sokulduğuna bile şahit olduğumuz El Clasico'lardan sonra bu El Clasico biraz sönük geçti desek yanlış olmaz sanırım! Maçın detaylarına geçmeden önce maç öncesinde ki harika atmosferi anlatmamak olmaz. El Clasico öncesi böyle bir organizasyonun olacağını daha önceden okumuştuk. 98.000 Barcelona taraftarının sarı kırmızı kartonlar ile katalan bayrağını oluşturduklarında, ortaya çıkan muazzam görüntü görülmeye değerdi.. Maça gelirsek,maçtan yaklaşık bir saat önce kadroları gördüğümde benim gibi bir çok kişi şaşırmıştır büyük ihtimalle. Tito'nun defans hattında ki tercihini Pique ve Puyol'un yokluğunda, Mascherano  ve Adriano'dan yana kullanması herkesi şaşırttı. Beklentiler puyol'un yokluğunda Sevilla maçında Mascherano'nun partneri olan Song'un El Clasico'da yine o bölgede oynayacağı yönündeydi.

Maça iyi başlayan kuşkusuz Real Madrid oldu. Nitekim Real Madrid, aradığı golü 23. dakikada Cristiano Ronaldo ile buldu. Ardından Benzema'nın direkten dönen topu Barcelona kalesinde büyük tehlike yarattı. Bu pozisyonun ardından rakip kalede pozisyon arayan Barcelona, 31. dakikada Pedro'nun ceza sahasına yaptığı ortada Pepe'nin hava topu mücadelesinde yaptığı hatayı iyi değerlendiren Lionel Messi topu ağlarla buluşturdu.



RONALDO VE MESSİ'NİN GOL DÜELLOSU..

İlk yarıda istenilen oyunu sergileyemeyen Barcelona 2.yarıda ağırlığını ortaya koymaya başladı. Messi'nin güzel frikik golüyle öne geçen Barcelona'ya cevap çok geçmeden Ronaldo'dan geldi. Adriano'nun golde ki hatasını iyi değerlendiren Ronaldo skorda eşitliği sağladı. Barcelona son 20 dakikada alıştığımız pas trafiğini sağlamış ve topa hükmeden taraf olmuştu. İlk yarıda Daniel Alves'in yerine giren Montoya'nın 88. dakikada cezasahası önünden ki sert şutu üst direkte patladı. Maçın son dakikalarında  Pedro ile gole yaklaşan Barcelona bu hücum girişiminden sonuç alamadı ve El Clasico 2-2'lik eşitlikle sonuçlanmış oldu.





El Clasico'da dikkat çeken noktalara gelirsek, Tito'nun Barcelona'nın başına gelmesinden sonra oyun sisteminde bazı değişiklikler göze çarpmıştı. Özellikle Pep Guardiola'nın hucüm prese dayalı futbolunu Tito Vilanova bu sezon biraz daha az uyguladığını, El Clasico'nun ilk yarısında bunu çok net bir şekilde görmüş olduk. Maçın ilk yarısında topun arkasında bekleyen, sakin bir Barcelona vardı karşımızda. Maçın 2. yarısında ise alıştığımız oyun temposunu yavaş yavaş ortaya koyan Katalanlar, jordi Alba ve Montoya'nın etkili bindirmeleriyle oyuna ağırlığını koydu. Montoya'ya da bir parantez açmadan olmaz. Maçın başında Daniel Alves'in yerine oyuna giren Montoya ilerisi için büyük umutlar verdi. Alves'in son  haftalarda ki form düşüklüğünü bu maçta erken sakatlanmasına rağmen yine de hissettik. Zaten Ronaldo'nun attığı gol de bunun en sağlam kanıtı idi. Belki de PSG'ye transfer olacağı yönünde çıkan haberler performansına etki etmiş olabilir. Defans hattında ise uyum problemi olduğu belliydi ama yine de Adriano - Mascherano ikilisi fazla sırıtmadı.  Adriano tercihini maç sonrasında; "Adriano'yu hızından dolayı o bölgede kullanmak istedim" diyerek açıkladı Tito Vilanova. Şunuda söyleyelim Adriano'nun bu maçta sırıtmamasının en önemli sebebi Bustqest'in Adriano'dan dolayı oluşan boş alanları en iyi şekilde kapatmasıydı bana göre. Sezon başından beri Busquets ile savunmanın mesafesi yaklaşık 15 metre olması savunma direncini düşüren en önemli faktördü. Bu yüzden Tito Vilanova defans hattında ki sorunu göz önünde bulundurarak Bustqest'i eski pozisyonunda oynattı. Xavi'nin etkinliği ise biraz düşüktü bu maçta, klişe olan Xaviesta etkisini  El Clasico'da hissedemedik. İniesta'nın yeni sakatlıktan çıkması ve henüz form tutmaması en önemli sebeplerden biri. Barcelona'nın sol forvetteki sıkıntısı göze batan bir diğer husustu. Zaten ataklarının çoğunun sağ kanattan gerçekleşmesi bunun en iyi göstergesiydi. O bölgeyi daha sonra oyuna aldığı Sanchez ile etkili kullanmaya planladı Vilanova. Ben yine de bir David Villa hamlesi bekliyordum Tito'dan ama o opsiyonu kullanmadı. Real Madrid hakkında söylenecek şeyler ise; son maçlarda formu nedeniyle eleştiri oklarının hedefi olan Mesut Özil, El Clasico'da gösterdiği etkili performansını Ronaldo'ya yaptığı asist ile taçlandırmış oldu. Hem Benzema hem Hugain'in formsuzluğu da Real Madrid adına en büyük şanssızlıktı diyebiliriz. Bir başka değinilmesi gereken nokta ise, geçmiş El Clasico'larda Mourinho'nun Barcelona'yı durdurmak için tercih ettiği sert ve agresif oyun tercihini bu maçta fazla göremedik.


Sonuç olarak, Barcelona'nın şampiyonluk yarışında ki 8 puanlık avantajı devam etti. Real Madrid ise şampiyonluk  yarışından erken kopmamak adına, puan ve puanlar almak için geldiği Camp Nou'dan 1 puan alarak evine dönmüş oldu. Messi - Ronaldo cephesine baktığımızda ise ; Lionel Messi'nin El Clasico'larda 17. golünü atması ve El Clasico tarihinde en çok gol atan isim olan Di Stefano'ya yetişmiş olması Messi adına önemli bir gelişmeydi. Cristiano Ronaldo ise, arka arkaya 6 El Clasico'da da gol atan ilk isim oldu ve 1998'den bu yana Real Madrid'in Camp Nou'da en çok gol atan oyuncusu olmayı başardı. Ayrıca Barcelona Camp Nou'da bu sezon ilk kez puan kaybetmiş oldu.